31 Temmuz 2010 Cumartesi

kağıt kalem

Kitap okuyordum, birden duraksadım. Düşüncelerimi durduramıyordum sanki. Histerik bir şekilde yazmaya başladım. Uzun zamandır sakladığım düşüncelerime yetişemiyordu elim. Aklımdan geçen ne varsa yazıyordum, hepsini. Zaman mevhumumu yitirmiş olsam da havanın karardığını farkedebilecek kadar buradaydım hala. Başladığımda sıcak bir öğlen vaktiydi. Bitirdiğimde ise gece yarısını geçiyordu. İnanılmaz bir şey yapmıştım. Aralarda sadece biraz duraksayarak 12 saat aralıksız yazmıştım. Daha önce hiç yazmamış birisi için farklı bir başlangıçtı. Bittiğinde ise şöyle bir göz attım yazdıklarıma.yaşadığım ne varsa burada yazıyordu. Bir tomar kağıda sığmıştı işte hayatım. Çocukluğumdan başlamışım, hiç hatırlamıyorum. Şimdiye kadar gelmişim. Sevinçlerim, üzüntülerim, söyleyemediğim aşklarım, içip içip dağıtmalarım, kayıplarım, ölülerim ve kendimle… her şeyim önümdeydi. Sözler vermiştim ona, hayallerimiz vardı. Sonsuza dek birlikte olacaktık. O daha erken gitse bile yaşamaya devam edecektim. Her an, her yerde birlikteydik aslında, hastalığının hiçbir önemi yoktu elbette. O mutlu uykusuna dalmadan önce söylemişti hepsini. Bana tutulması gereken sözler, büyük sorumluluklar yükleyerek gitmişti. Tüm bunların üstesinden gelebilmek içinse sevgisini bırakmıştı, aşkını. Ama her nedense beni de bırakmıştı burda. Nefret ettiğim bu insanların arasına bırakmıştı beni ve yine de mutlu olmamı bekliyordu. Onların içindeki o kapkara ve yapışkan şeyi görmemiş miydi? Ego diyorlardı ama kocaman birer hayvan besliyordu hepsi içinde. Etraflarını tiksinti dolu kahkahalarla çınlatırken egoları sevişiyordu ayaküstü. Garip şekiller vardı kağıtlarda. Anlamlılardı onlar oysa. Harfler, sayılar, çizimler… bir hayatı özetlemeye yetiyordu. Her biri sadece insanların bildiği bir sır gibiydi. Bütün gerçekliklerden soyutlanmış gibi yaşıyordum. Bomboş bir evde, sadece ben, kağıtlarım ve kalemlerimle yaşıyorduk. Bazen konuştuğum olurdu onlarla. Ama bilirdim onun yerini dolduramayacaklarını. Çiziyorduk sadece birlikte. Onlar tükenirken ben de kendimi tüketiyordum. Çırılçıplak soyunup aynadaki beni çizmekten alamıyordum kendimi artık. Ona verdiğim son sözdü bu, yaşamayı başaracaktım onsuz da. Tutulması gerekliydi, anısı için. Mükemmele ulaşana kadar durmayacaktım. Çizdikçe çizecektim, tekrar, tekrar, en baştan… ta ki ona hayat verene kadar. Kalemim mükemmeli hissedene kadar, dokunduğum anda gözlerim dolana kadar, kağıttaki pürüzlerin ruhumda açılan yaraların kabukları olduğunu kavrayana kadar. Sonsuza kadar. Amacım kutsaldı; kendimi yaratmak, öldüğümde her iki tarafta da bulunmak. İkinci bir ben yaratmak, yukardakinden habersiz. İnsanların beni anlayıp anlamaması umrumda değildi. Dünyada eşi benzeri olmamak onlar için cazipti. Kendilerini özel hissetme sebepleri buydu. Oysa benim için hiç de cazip değildi. Diğer eşimi de kendim yaratıyordum ben, kimseye ihtiyacım yoktu.bütün kusurlarıyla birlikte tamamen ikinci bir bendi o. Ruhumun izlerini taşıdığını gözlerinden anlayabilirdiniz. Bu kesinlikle benim istediğim şeydi. Onların tüm değerlerini alt üst etmek adeta sarhoş ediyordu beni. Dayandıkları egolarının yıkılışını yukarılardan bir yerden izleme fikri başımı döndürüyordu. Düşündükçe kendimden geçercesine çiziyordum. Anlayamıyorlardı neden böylesine kendimi izlediğimi; arabaların camlarında, vitrinlerde, gölgelerde, su birikintilerinde ve nihayet aynalarda. Arkamdan güldüklerini hissedebiliyordum. Beni yerin dibine geçiriyorlardı her konuşmalarında, o kocaman ve iğrenç egolarını biraz daha şişirmek için. Ama böylesi çok daha iyiydi. Ne kadar yüksekten çakılırlarsa yere, o kadar acırdı canları. İşte bu düşüncelerle yıllar geçirdim. Her zaman yalnızdım. Etrafımdaki hiçbir şeyden etkilenmeden geçirilen bir hayat, tanrı dediğimiz o adamın bana verebileceği en güzel hediyeydi. Öyle ki, ona bile hesap vermeyecektim; hiçbir şey yapmamıştım ki. “İyilik” ve “kötülük” sadece birer sözcüktü benim için artık. Zaman geçtikçe kusursuza yaklaştığımı biliyordum ama bu kadar yakın olabileceğini tahmin edememiştim. Son çizimime bakarken diğerlerinden farklı olduğunu hissetmiştim. Yüzümdeki çizgilerden, beş yaşındaki bisiklet kazamdan bugüne dek beni bırakmayan dizimdeki yara izine kadar hepsi mükemmeldi. Bütün gölge ve ışık oyunlarım harikaydı. Gözlerini bana dikmiş hesap sorar gibiydi. Bakışları öylesi keskindi ki içinizi gördüğünden emin olabilirdiniz. Biraz mutlu görünüyordu ama onun dışında herşeyiyle “ben”di, sonsuzluğumun nedeni ve sonucu. Artık hayattan beklediklerimi almıştım, bütün isteklerim gerçekleşmişti. Bundan sonra yaşamamın bir anlamı yoktu. Uzatmamak lazımdı, şakaya gelmezdi. Hayattı bu. Bana böyle bir hayat verdiği için minnettardım koca adama, daha iyisi olamazdı. Az sonra biricik sevgilime de kavuşturacaktı beni, onsuz bir hiç olduğumu biliyordu. Yoksa izin vermezdi bu hayata. Belki de kızacaktı, ondan habersiz yaratmıştım kendimi ama başka türlü nasıl yaşardım ki zaten? Kağıtlarım, kalemlerim, ve kıyafetlerimden sonra sahip olduğum tek eşyayı kullanma vaktiydi şimdi. Bugünün hayalini kurmuştum geceler boyu. Herşey planlıydı, çabucak olup bitecekti. Acısız ve sessiz. Kendinden emin. Kıyafetlerimi çıkardım yavaşça. Yere uzandım. Dışardan soğuk bir sokak lambasının soğuk ışığı vuruyordu göğsüme, tam da yerine. Yegane eserime son bir kez baktım. Benim bu dünyadaki varlığımı sürdürecek olan oydu artık. Hançerim tam yerini bulmuştu göğsümde. Gözlerim kararmaya başladığında saat tam on ikiyi vurmuştu. Kulağımda çan sesleriyle veda ediyordum. Bir yerlerde güneş doğuyor olmalıydı.

güzellik

Hayatında güzel olduğunu hiç düşünmemiş bir kız gördün mü hiç? Aynaya baktığında güzel demeye içinin elvermediği, hiç iltifat almamış birisi. Kendinden emin olmaktan korkan, küçük adımlarla dünyanın her yerine ayak basmak için yola çıkan bir kız. Tüm yolculuğu boyunca tek dostunun kendisi olduğunu bile bile onunla barışmayan, barışamayan… hep diğerlerinin ne kadar iyi, ne kadar akıllı, ne kadar güzel olduğunu düşünüp yıllarca kendisini kahreder o. En tepesinden baktığı vucüdunda hiçbir hoşluk olduğunu aklının ucundan geçirmez. Tek gördüğü uzun ayakları, hafif tombul bacakları ve geniş omuzlarıyla mutsuzca yürüyen çirkin bir şeydir. Bazen yoldan geçen erkeklerin onu süzdüğünü hisseder. Yanakları kıpkırmızı olur, üstünü çekiştirmeye başlar. Bazen de oturduğu yerden insanları izlerken başka kızları süzen erkekler görür. Bu erkekler ona bakanlardan daha çok gülümsemektedir her zaman. Ve kızlar da memnundur bu durumdan, saçlarını düzeltip sutyenlerini yukarı kaldırırlar.

Kız; bu düzenin böyle işlediğini bilir. İçindekini göstermek için önce dışının güzel, çekici, alımlı olması gerekmektedir. En umutsuz kızların bile çok konuştuğu için evlendiğini bilmektedir. Yani kısacası herkesin bir beğeneni vardır. Ama aynı zamanda da bilir ki; nerde güzel bir kadın varsa, onu çıplak görmekten bıkmış bir erkek vardır her zaman bir yerlerde. İşte o özgüveni ve güzelliğiyle etrafına neşe saçan kadın, bıkmış erkeğinin yanında sadece bir et parçası olduğunu ta içinden hisseder. Çünkü kadınlar hisseder. Onun askısı omzundan düştüğünde sizin içinizden bir şeyler kopmasını hüzünlü bir tebessümle yüzünüze vururlar. Bir zamanlar sizin yerinizde başka bir erkek olduğunu ve ona nasıl da safça inandığını hatırlar. Çünkü kadınlar hatırlar.

İşte o kızın tek istediği, bir kadın olduğunda ona bakanları hüzünlü bir tebessümle karşılamamaktır. Arkasında bıkmış bir erkek bırakmamaktır. Bu nedenle kocaman bir çelişkide geçmektedir hayatı. Güzellik en etkili silahtır belki bir kadın için, doğru; fakat yan etkileri de çok büyüktür bunun. Böyle bir sorumluluğu alamamıştır kız şimdiye kadar. Güzelliğinin bedelini hayatıyla ödemek yerine, çirkin olup ölene dek bıkmayacak erkeği beklemeyi seçmiştir o da. Evet, tüm güzel kadınları güzellikleri öldürür.